top of page

Eski Fransa Başbakanı Villepin: “İkinci bir büyük tuzak daha var; o da oksidentalizm tuzağı”

Fransa'nın Irak savaşına karşı yürüttüğü muhalif pozisyona liderlik eden Fransa eski Başbakanı Dominique De Villepin Fransız BFMTV’ye konuştu: “Ukrayna'da ve Orta Doğu'da yaşananları karşılaştırdığımızda, dünyanın her yerinde kınanan bu çifte standardın bir bakıma kanıtına dönüyoruz. Eleştiriler hep aynı: ‘Gazze'de sivil halka nasıl davranıldığına bir bakın! Aynı şey Ukrayna’da cereyan ettiğinde Ukrayna'da olanları hemen kınıyorsunuz, fakat Gazze'de yaşanan trajedi karşısında çok çekingensiniz!’ Oksidentalizm, 5 asır boyunca dünya siyasetini yöneten Batı'nın, her şeye karışma işine sessizce devam edebileceği düşüncesidir. Fransız siyasi sınıfının Filistin tartışmalarında bile açıkça görebiliyoruz ki, şu anda Orta Doğu'da yaşananlar karşısında, din ya da medeniyet savaşına benzeyen bu savaşa yönelik bir siyasete göre devam etmemiz gerektiği fikri hâkim. Bu da kendimizi uluslararası sahnede daha da izole etmek anlamına gelecektir.“




Dominique De Villepin’in Fransız BFMTV’ye verdiği röportajda bir bölüm şöyle:


Hamas bize bir tuzak kurdu. Bu tuzak dehşet ve zulüm içeren bir tuzaktır. Sanki Filistin sorunu gibi ciddi bir sorunu ordularla çözebilirmişiz gibi bir de militarizmin tırmanması, daha fazla askeri müdahale riski artmakta.


Ayrıca ikinci bir büyük tuzak daha var ki o da Oksidentalizm tuzağı. Kendimizi, İsrail ile birlikte, bugün uluslararası toplumun büyük bir kısmı tarafından sorgulanmakta olan bu batı bloğunun içinde buluyoruz.


Oksidentalizm nedir?


Oksidentalizm, 5 asır boyunca dünya siyasetini yöneten Batı’nın, her şeye karışma işine sessizce devam edebileceği düşüncesidir. Fransız siyasi sınıfının tartışmalarında bile açıkça görebiliyoruz ki, şu anda Orta Doğu’da yaşananlar karşısında, din ya da medeniyet savaşına benzeyen bu savaşa yönelik bir siyasete göre devam etmemiz gerektiği fikri hâkim. Bu da kendimizi uluslararası sahnede daha da izole etmek anlamına gelecektir.


İzlediğimiz doğru bir yol değil. Özellikle de üçüncü bir tuzak olan ahlakçılık tuzağı söz konusu olduğunda. Ve burada, Ukrayna’da ve Orta Doğu’da yaşananları karşılaştırdığımızda, hatta son haftalarda Afrika’ya, Orta Doğu’ya ya da Latin Amerika’ya yaptığım seyahatler de dahil olmak üzere dünyanın her yerinde kınanan bu çifte standardın bir bakıma kanıtına dönüyoruz.

Eleştiriler hep aynı: Gazze’de sivil halka nasıl davranıldığına bir bakın! Aynı şey Ukrayna’da cereyan ettiğinde Ukrayna’da olanları hemen kınıyorsunuz, fakat Gazze’de yaşanan trajedi karşısında çok çekingensiniz!?


Küresel güney tarafından yapılan ikinci eleştiri olan uluslararası hukuk meselesini de ele alalım. Ukrayna’ya saldırdığında Rusya’ya yaptırım uyguluyoruz, sonra Birleşmiş Milletler kararlarına saygı göstermediğinde de Rusya’ya yaptırım uyguluyoruz. Fakat gelin görün ki 70 yıldır Birleşmiş Milletler kararları boşuna oylanıyor, boşuna uluslar arası yaptırım kararları çıkıyor. İsrail ise bunlara karşı hiçbir şekilde saygı göstermiyor.


Batılıların, şu anda, kibirleri yüzünden suçlu olduğunu düşünüyor musunuz?


Batılılar doğru cevapları bulmak için gözlerini ve zihinlerini önümüzde cereyan eden tarihi dramın boyutlarına açmalıdır.


Tarihsel dram derken kastettiğiniz nedir? Yani her şeyden önce, 7 Ekim trajedisinden bahsediyoruz değil mi?


Elbette bu tür dehşetler yaşanıyor lakin bunlara nasıl tepki verileceği çok önemlidir. Yanlış cevapları bularak geleceğimizi mi öldüreceğiz?


Geleceği öldürmek mi?


Geleceği öldürmek, evet! Neden sordunuz?


Peki ama kim kimi öldürüyor?


Bir neden-sonuç oyunu içindesiniz. Tarihin trajedisiyle karşı karşıya kaldığınızda, bu “nedensellik zinciri”nin analitik ızgarasını kullanamazsınız. Çünkü bu mantığı kullandığınızda ondan kurtulmanızın imkânı kalmaz. Ortada bir tuzak olduğunu anladığımızda ise, bu tuzağın ötesinde ne olduğunu görebildiğimizde Ortadoğu’da Filistin meselesine ilişkin (köklü) bir değişim ihtimalinin de olduğunu fark anlayabiliriz.


Bugünkü durum [geçmişte olduğundan] son derece farklı. Filistin davası siyasi ve seküler bir davaydı. Bugün ise Hamas tarafından yönetilen İslamcı bir dava ile karşı karşıyayız. Açıkçası bu tür bir dava mutlakbir şekilde müzakereye izin vermez. Elbette İsrail tarafında da gelişmeler yaşandı: Siyonizm, 19. yüzyılın sonlarında Theodor Herzl tarafından savunulan seküler ve siyasi bir davaydı. Bugün ise büyük ölçüde Mesihçi ve İncilci bir hal aldı. Bu, İsraillilerin de uzlaşmak istemedikleri anlamına geliyor. Aşırı sağcı İsrail hükümetinin yaptığı her şey, kolonileşmeyi teşvik etmeye devam etmekten ibaret. Tüm bunlar da 7 Ekim’den bu yana da dâhil olmak üzere, açıkça işleri daha da kötüleştiriyor. Dolayısıyla bu bağlamda, bu bölgede zaten son derece çözümsüz görünen bir sorunla karşı karşıya olduğumuzu lütfen anlayın.


Buna bir de devletlerin sertleşmeye başlamaları ekleniyor. Diplomatik açıdan Ürdün Kralı’nın açıklamalarına bakın, altı ay öncesiyle aynı değiller. Veya Türkiye’de Erdoğan’ın açıklamalarına bakın.


Kesinlikle, bunlar son derece sert ifadeler…


Aynı zamanda da son derece endişe verici ifadeler. Neden mi? Çünkü Filistin davası, Filistin meselesi, ön plana çıkarılmamışsa, sahneye konmamışsa; bugün Avrupa’daki gençlerin çoğu bu meseleyi hiç duymamışsa, Filistin meselesi Arap halkları için tüm savaşların anası olmaya devam edecektir. Birilerinin inanıp arkasında durabileceği tüm ilerlemeler, Orta Doğu’yu istikrara kavuşturma çabaları doğrultusunda kaydedilen tüm ilerlemeler boşa çıkacaktır.


Evet, ama bu kimin suçu? Sizi anlamakta zorlanıyorum, Hamas’ın suçu mu?


Ama Bayan Malherbe, ben bir diplomat olarak eğitildim. Kimin suçlu olduğu gibi sorular tarihçiler veya felsefecilerce zaten ele alınacaktır.


Lakin tarafsız kalamazsınız, bu çok zor, karmaşık bir durum, öyle değil mi?


Ben tarafsız değilim, ben eylemin içindeyim. Size sadece, geçen her günle bu korkunç döngünün durmasını sağlayabileceğimizi söylemeye çalışıyorum… İşte bu yüzden bir tuzaktan bahsediyorum ve bu tuzağa karşı, olaylara karşı ne türden bir yanıt vereceğimizi bilmek çok önemli. Bugün tarihin karşısında tek başımıza durmaktayız. Ve bu yeni dünyaya, artık güçlü bir konumda olmadığımızı, dünyanın polis gücü olarak kendi başımıza idare edemeyeceğimizi de bilerek, şu anda olduğu gibi bir reaksiyon göstermiyoruz.


Peki ne yapacağız?


Daha doğrusu ne yapmalıyız? İşte bu noktada uluslararası sahnede kimsenin önünü kesmemek gerekiyor.


Ruslar da buna dâhil mi?


Herkes.


Herkes mi? Ruslardan yardım istemeli miyiz, yani?


Ruslardan yardım istememiz gerektiğini söylemiyorum. Diyorum ki: Eğer Ruslar bu bölgedeki bazı kesimleri sakinleştirerek katkıda bulunabilirlerse, bu doğru yönde atılmış bir adım olacaktır.


Sizce, Barbarlığa karşı orantılı olarak nasıl tepki verebiliriz? Artık silahlı güçlerin birbirleriyle savaşmadığı, sivillere karşı savaştığı bir durum var?


Lütfen sözlerime kulak verin Appolline de Malherbe. Gazze’de ölen sivil halklar yok mu? Yani bir tarafta korkunç bir suç işlendiğine göre, diğer tarafta da aynı korkunç suç işlenmeli mi diye sormalıyız?


Bu iki durumu da eşitlememiz gerekiyor mu?


Hayır, bu eşitlemeyi yapan sizsiniz. Hataları eşitlediğimi söylemiyorum. İnsanlığın büyük bir kısmının ne düşündüğünü dikkate almaya çalışıyorum. Kesinlikle takip edilmesi gereken gerçekçi ve hayati bir hedef var: Bu dehşeti gerçekleştiren Hamas liderlerini ortadan kaldırmak. Filistinlileri Hamas’la karıştırmamak da gerçekçi ve hayati bir hedef.


İkinci çözüm ise hedefe yönelik bir müdahaledir. Gerçekçi siyasi hedefler tanımlayalım. Üçüncüsü çözüm de: Birleşik bir yanıt. Çünkü siyasi bir strateji olmadan etkili bir güç kullanımı söz konusu olamaz. Artık 1973’te ya da 1967’de değiliz. Dünyada hiçbir ordunun nasıl yapılacağını bilmediği bir şey var ki o da teröristlere karşı asimetrik bir savaşı kazanabilmek. Teröre karşı savaş hiçbir yerde kazanılmadı. Bunun yerine, teröre karşı yürütülen savaşlar son derece dramatik yanlışları, döngüleri ve tırmanışları tetikliyor. Eğer Amerika Afganistan’da kaybettiyse, Irak’ta kaybettiyse, ve eğer biz Fransa olarak Sahel’de kaybettiysek, bunun nedeni bu savaşın basitçe kazanılamayacak bir savaş olmasıdır. Mesele bir çekiçle çiviyi çakıp sorunun çözülmesi gibi bir şey değil ki. Dolayısıyla uluslararası toplumu harekete geçirmemiz ve içinde bulunduğumuz bu Batı tuzağından bir şekilde çıkmamız gerekiyor.


Emmanuel Macron uluslararası bir koalisyondan bahsederken..


Evet, evet. Peki ya yanıtımız ne oldu dersiniz?


Bir hiç.


Kesinlikle. Siyasi bir perspektife ihtiyacımız var ve iki devletli çözüm İsrail’in siyasi ve diplomatik programından çıkarıldığı için bu oldukça zor. İsrail’in şunu anlaması gerekiyor: 20.000 kilometrekare toprağı, 9 milyon nüfusu olan ve 1,5 milyar insanla karşı karşıya olan bir ülke için…. bakın demek istediğim insanlar, Filistin davasının ve Filistinlilere yapılan haksızlığın önemli bir seferberlik kaynağı olduğunu asla unutmadılar.


Bu durumu göz önünde bulundurmalıyız ve bence İsrail’e yardım etmek, yol göstermek ve bu yönde hareket etmek daha iyi olacaktır. Hatta bazıları buna dayatma da diyor ama bana kalırsa mesele İsrail’i ikna etmekten geçiyor. Buradaki zorluk, bugün ne İsrail tarafında ne de Filistin tarafında bir muhatap bulunmaması. Bizim aksiyon alarak muhatapları ortaya çıkarmamız gerekiyor.


Filistin’in liderlerinin kim olacağını seçmek bize düşmez.


İsrail’in son yıllarda izlediği siyaset bir Filistin yönetiminin gelişmesini istemedi… Filistin liderliğini yürütebilecek insanların birçoğu hapiste ve İsrail’in çıkarı (çünkü tekrar ediyorum, o zamanlar bu onların programında ya da İsrail’in çıkarına değildi ya da öyle düşünüyorlardı) bunun yerine Filistinlileri bölmek ve Filistin sorununun ortadan kalkmasını sağlamaktan ibaret.


Filistin sorunu ortadan kalkmayacak. Bu yüzden bunu ele almalı ve bir cevap bir çözüm bulmalıyız. İşte bu noktada cesarete ihtiyacımız var. Güç kullanımı çıkmaz bir yol. Hamas’ın yaptıklarının ahlaki olarak kınanması (ki bu dehşetin ahlaki olarak kınanması konusunda benim sözlerimde bir “ama” yoktur) bizi politik ve diplomatik olarak aydınlanmış bir şekilde ilerlemekten alıkoymamalıdır. Misilleme her daim hiç bitmeyen bir döngü yaratır.


Göze göz, dişe diş


Evet, işte bu yüzden bu meseledeki siyasi çözüm bizim tarafımızdan savunulmalıdır. İsrail’in kendini savunma hakkı vardır, fakat bu hak ayrım gözetmeyen bir intikam olamaz. Ve unutulmamalı ki Hamas gibi bir terörist azınlığın eylemleri için Filistin halkının kolektif sorumluluğu olduğu düşünülemez.


Bu hata veya suçlu bulma döngüsüne bir kez girdiğinizde, bir tarafın hafızası diğerininkiyle çatışır. Bazıları İsrail’in anıları ile, Filistinlilerin hala her gün yaşadığı bir felaket olan 1948 felaketi olan Nekbe Günü anılarıyla yan yana getirecektir.


Yani bu döngüleri kıramazsınız. Elbette olanları anlayacak ve kınayacak güce sahip olmalıyız. Bu açıdan bakıldığında pozisyonumuz hakkında hiçbir şüphe yok. Ancak aynı zamanda cesarete de sahip olmalıyız ve diplomasi de tam olarak budur… Diplomasi tünelin sonunda bir ışık olduğuna, yani bir umut olduğuna, inanabilmektir. Tarihin kurnazlığı da burada gizlidir; dibe vurduğunuzda size umut veren bir şeyler elbette ki olacaktır. 1973 savaşından sonra, on yıl bitmeden Mısır’ın İsrail ile bir barış anlaşması imzalayacağını kim hayal edebilirdi?


Tartışma retorik ya da kelime seçimi ile ilgili olmamalıdır. Bugünkü tartışma eylemle ilgili; harekete geçmeliyiz. Ve eyleme geçmeyi düşündüğünüzde, karşınızda iki seçenek vardır. Birisi savaş, savaş, savaş. İkinci seçenek ise: Barışa doğru ilerlemeye çalışacağız! Ve tekrar söylüyorum, barış İsrail’in çıkarınadır. Barış İsrail’in çıkarınadır!”



Çeviri: Hasan Ayer.

bottom of page